– Solunla vur şu topa!
– Solumla vurdum zaten baba.
– Ben kör müyüm? Bir de utanmadan solumla vurdum diyorsun!
– Ama baba sağıma gelmişti.
– Sus! Hâlâ yalan konuşuyor. Ben topu attığım yeri bilmiyorum sanki. Cin olmadan şeytan çarpmaya mı çalışıyorsun sen? Topu soluna doğru atıyorum, sen sağın dışıyla vuruyorsun. Onu da nereden öğrendiysen.
– Ama baba solumla vurunca kötü gidiyor top.
– Vurmasını bilmediğinden! Sana elli kere gösterdim. Hâlâ vuramıyorsun!
– Ama baba ben solak değilim ki!
– Solak değilsen sol ayağında mı yok?
– Vaar.
– Kullan o zaman onu!
– Tamam baba.
Ankara’da o gün maç yoktu. Çünkü maç olsa bu ikili sabah erkenden 19 Mayıs’a koşmuş olurlardı. Maçlar o zamanlar öğleyin oynanırdı. Futbol bugünkü kadar endüstriyelleşmemişti. Yani maç biletleri ucuzdu. İsteyen herkes maça giderdi. Stada girmek genelde zor olmuyordu. Bilet bulmak da. 3 büyüklerden birinin maçı değilse tabi. Onlar geldiği zaman sabah ezanı statta dinlenirdi. Bilet kuyrukları geceden oluşturulurdu. Beşiktaş Ankara’ya gelmişse kuyrukta bu ikili de olurdu. Kalabalık sıklaştığı zaman Yusuf babasının omzuna çıkardı. İçeriye öyle girerlerdi.
Rasim Bey memurdu. Memuriyetine Ankara’da başlamış ve ertesi yıl oğlu dünyaya gelmişti. Gençliğinde top peşinden koşturmuş, hatta alt liglerde oynamıştı Rasim Bey. Onu seyredenler sağlam bir sağ bek olduğunu anlatırlardı. Ama futboldan ekmek yiyememiş memuriyete devam etmişti. Oğlu dünyaya gelince ona Beşiktaşlı Yusuf’un, Yusuf Tunaoğlu’nun adını vermişti. Kendisi sağ bekti ama oğlu mutlaka orta saha olacaktı. İki ayağını da kullanacaktı. Beşiktaş’ın zaten her daim bir sol açık sıkıntısı olmuştu.
Yusuf konuşmaya başlamadan Beşiktaş’la, yürümeye başlamadan topla tanışmıştı. Ağzından hikaye kahramanlarının değil, Metin-Ali-Feyyaz’ın isimleri dökülüyordu. O yıllar bu 3’lünün yıllarıydı. Kaç kere statta seyretmişti onları. Babası maçtan önce bütün Beşiktaşlı futbolcuları tanıtırdı Yusuf’a…
1 – Bako
2 – Recep
3 – Mutlu
4 – Gökhan
5 – Ulvi
6 – Zeki
7 – Feyyaz
8 – Rıza
9 – Mehmet
10 – Ali
11 – Metin
İçlerinden en çok Metin’i överdi Rasim Bey. Sadece o değil, bütün stat “Sarı Fırtına”yı hayranlıkla seyrederdi. Oğlunun da “Metin” olmasını isterdi. Ona hep “Sakın sağ bek falan olayım deme. Sağ beke değil, sol açığa adam lazım” diyordu.
– Ne o Rasim? Sağ bek mi yetiştiriyorsun Beşiktaş’a?
Komşuları Rasim Bey’e sık sık takılırlardı. Onun oğlu top oynarken yaşadığı heyecanla dalga geçer gibiydiler. Yusuf’un futbolcu olabilme ihtimali yoktu onlara göre.
– Hee, sağ bek yetiştiriyorum.
– Aman diyim Rasim. Sizin takıma bir tane takoz yeter.
– 3 yıldır takozla kazmayla şampiyon biz oluyoruz ama!
– Bu yıl siz olamayacaksınız ama.
– 3 hafta kaldı. Hile hurda yapmazsanız 4’lüycez kupaları!
– Ne hilesi be Rasim? Ne zaman gördün Galatasaray’ın şikesini?
– Malatyalılara sormak lazım onu!
– …
92-93 sezonunun son haftası. Beşiktaş İstanbul’da Gençlerbirliği’ni 3-1; Galatasaray ise Ankara’da Ankaragücü’nü 8-0 yenmiş, averajla şampiyonluğu kazanmıştı. Rasim Bey sinirli ve üzgündü. “Rengi bozuklar” diyordu. Yusuf ilk kez Beşiktaş’ın şampiyon olamadığı bir sezon görmüştü. Ama henüz kazanmayı ya da kaybetmeyi anlayamamıştı.
Tarih: 09 Temmuz 2011
Bir gazetenin spor sayfasının manşeti:
BEŞİKTAŞ SAĞINI KAPATTI!
Transferin en çok konuşulan ismi Yusuf, Beşiktaş’a 3 yıllık imza attı. Gençlerbirliği’nde gösterdiği başarılı performansla milli takıma kadar yükselen sağ kanat savunmacısı, 2 numaralı formayı sırtına geçirdi ve “Artık hayallerimin takımındayım. Doğduğumda babamın sırtıma geçirdiği bu formada ismimin yazmasından çok mutluyum” dedi…
Yusuf babasının istediği gibi sol açık olamamıştı. Hatta babasının hiç istememesine rağmen sağ bek olmuştu. Takoz Recep’in 2 numarasını giymişti. Rasim Bey, Yusuf’u Gençlerbirliği’nin altyapısına yazdırdığı gün, kayıt formuna oyuncu mevkisi olarak orta saha yazmıştı. Yusuf o gün bir antrenman maçına çıkmış, ilk yarı orta saha oynamış, 2. yarı ise sağ beke çekilmişti. Antrenörler maçtan sonra kayıt formunda düzeltme yaptılar. Orta sahayı çizip yerine sağ kanat-defans yazdılar. O günden sonra da minik takım, yıldız takım, genç takım, PAF takım derken, Gençlerbirliği’nin A takımına kadar yükselmişti. İlk maçına çıkarken hocasının verdiği 2 numarayı tam 13 sene giymişti. 23 yaşına geldiğinde ise milli takımın ve Beşiktaş’ın sağ bekiydi artık.
Tarih: 25 Mayıs 2012
Bir gazetenin spor sayfasının manşeti:
KARTAL SON DARBE İÇİN HAZIR!
Ligin bitimine 2 maç kala, şampiyonluk yolundaki tek rakibi Galatasaray’ın 1 puan önünde olan Beşiktaş, bu akşam İnönü’de rakibini devirirse şampiyonluk turunu atacak!
…Türkiye nefesini tuttu, bu yarışın son düzlüğünü bekliyor. Takımlar top ve kale seçiminin ardından hakemin başlama düdüğünü bekliyor. Tribünlerdeki Beşiktaşlılar şampiyonluk için sabırsızlanıyorlar…
Radyodaki sesin sahibi Ercan Taner’di. Yusuf küçüklüğünde maçları O”nun anlatmasını isterdi hep. O anlatırken maçı gözünün önüne getirebiliyordu. Evlerde, kahvelerde, barlarda, sokaklarda… Yani Türkiye’nin her yerinde hayat durmuştu. Her yerinde…
…70. dakikadan artık yavaş yavaş çıkıyoruz. Golsüz eşitsizlik devam ediyor. İki takım da kontrollü oyununa devam ediyor. Galatasaray mutlak kazanmak zorunda. Bu dakikadan sonra daha açık bir oyun sergileyebilirler…
Yusuf ve sahadaki diğer 21 oyuncu, sağlam bir mücadele içindeydiler. Gol pozisyonu yok denecek kadar azdı maçta. Sadece duran toplarda bir iki kez heyecan yaşanmıştı o kadar. Yusuf sağ kanadı tamamen tıkamıştı. Pek fazla ileri çıkmıyordu. Ne organize ataklarda ne de duran toplarda. Hızlı olduğu için geride hep o kalıyordu. Zaten profesyonel kariyerinde sadece 3 golü vardı.
Maçta normal sürede son 10 dakika. Artık yenecek ya da atılacak 1 gol, bütün sezonun kaderini çizecek. Tribünlerde meşaleleri yakmaya başladı Beşiktaş taraftarı. Şampiyonluk şarkıları söyleniyor İnönü’de…
Yusuf, aynı maçı bundan 8 sene önce de yaşamıştı. 2002-2003 sezonunun sonunda yine böyle bir senaryo vardı. Gülen taraf Sergen’in golüne sevinenler olmuştu. Ama bu kez maç çok daha sıkı oluyordu. Beşiktaş tamamen kapanmaya başlamış, ilerde tek forvet bırakmıştı. Beraberlik son haftaya bırakacaktı işi ama kaybetmek her şeyi bitirecekti.
…İbrahim Akın. İbrahim kaleye vurduuuu! Korner. Savunmaya çarpan top Galatasaray kalesinde tehlike yarattı. Dakika 85. Sağ taraftan köşe vuruşu kullanacak Beşiktaş. 2, 4, 6 kişiyle geldi Beşiktaş. Köşe vuruşunu İbrahim Akın kullanıyor. İbrahim, penaltı noktasına inen top, savunma vurdu kafayı, gelişine bir vuruuuş! Gooooooooollll!. Goooool! Gol Gol Goool! Yusuf attı. Yok böyle bir gol. Şampiyonluğu getiren gol! Topun gelişine, sol ayağının içiyle mükemmel vurdu! O kalabalıktan geçen top, direğin içine vurdu ve ağlara gitti! Harika vurdu harika! Beşiktaş’ın sağ beki soluyla şampiyonluğu getirdi! İnönü yıkılıyor, Dolmabahçe yıkılıyor, İstanbul, tüm Türkiye yıkılıyor!
Soluyla vurmuştu Yusuf… Tam Rasim Bey’in gösterdiği gibi yapmıştı. Top yere değdiği anda basmıştı plaseyi. Hafif sağına doğru esneyerek vurmuştu. Deniz tarafındaki fileleri ilk kez havalandırmıştı hayatında. Golün sevincini yaşamak için kapalı tribüne doğru koşmaya başlamıştı ki, yakaladı takım arkadaşları. Bir anda yere yatırıp üstüne atladılar. 10 kişinin altında kalmıştı Yusuf. Ama acı hissetmiyordu. Hissettiği tek şey gururdu. Babasının sözünü yerine getirmişti. Gözündeki yaşların sebebi belki de buydu…
…Dolmabahçe’de nefes almak artık çok zor. Kalp atışları zirvede. Hakemin bitiş düdüğünü bekliyor on binler. Statta on binler, dışarıda milyonlar. 90+3’deyiz artık. Hakem her an Beşiktaş’ın şampiyonluğunu ilan edebilir. Herkes omuz omuza. Ve maç bitiyor. 2011-2012 sezonu şampiyonu Beşiktaş! Tebrikler Beşiktaş!
İki kere seviniyordu Yusuf. Hem taraftar olarak hem de futbolcu olarak. Kutlamalar sevinç gözyaşları stada uzunca bir süre devam etti. Futbolcular tek tek alkışlandı. Şampiyonluğa emek veren herkesi taraftar bağrına bastı. Ülkenin dört bir yanında Beşiktaşlılar sokağa aktı. Stattan çıkan futbolcular ise bir gece kulübünde aldılar soluğu. Tüm kanallar canlı yayınla eğlenceyi ekranlara taşıdı.
…
– Şimdi eğlencenin doruğa çıktığı gece kulübünde bulunan arkadaşımız Onur’a bağlanıyoruz. Evet Onur, gördüğümüz kadarıyla orada müthiş bir coşku var. Bize orada olup bitenleri anlatır mısın?
– Gerçekten de burada coşkudan öte şeyler var. Ligin bitimine 1 hafta kala şampiyonluğunu ilan eden futbolcular, teknik kadro ve yönetim zafer sarhoşu olmuş durumda. Herkes burada ama bir tek eksik var. O da bu gecenin kahramanı Yusuf. Yöneticilere sorduğumuzda Yusuf’un kendilerinden izin aldığını, çok daha önemli bir işinin olduğunu söylediler…
Çok daha önemli bir iş? Evet. Yusuf babasının yanına gidiyordu. Beşiktaş aşığı olan Rasim Bey, oğlunun da formasını giydiği takımının şampiyonluk maçına gelmemişti. Şimdi Yusuf ona gidiyordu. Arabasında dinlediği radyodan, arkadaşlarının eğlencenin doruğunda olduğunu öğrenmişti. Sonra hafif müzik yayını başladı. Sesi biraz daha açtı. Arabada yalnızdı ama yine de ağladığını gizlemeye çalışıyordu. Çünkü “Erkek adam ağlamazdı!”
2 saat sonra Ankara sınırına girmişti. Şehir çoktan uyumuştu. Rasim Bey şehrin biraz dışındaydı. Çok komşusu vardı. Hatta şehrin en kalabalık yeri belki de onun olduğu yerdi. Yusuf, babasına yaklaştıkça “Solumla vurdum. Bu sefer gerçekten solumla vurdum” diyordu. “Ödevimi gerçekten bitirdim baba” der gibiydi sanki. Hatta bu sefer takdir de almıştı. Belgeyi bir hafta sonra havaya kaldıracaktı.
Arabasını yolun sağına bıraktı. Farları kontrol etti ve arabadan indi. Kumandayla değil anahtarla kilitledi kapıları. Sonra tekrar açtı. Arka kapıyı açıp maçta giydiği formasını aldı. Kapıları bir kez daha kilitledi. O tüm bunları yaparken güvenlik görevlisi de yanına gelmişti. Yusuf’la göz göze geldiler. Elindeki fenerin aydınlığında onu kolayca tanıdı. Bir an söyleyecek bir şeyler aradı. “Hoş geldiniz” dedi. Yusuf belli belirsiz başını salladı. Omzuna eliyle dokundu ve içeri girdi. Babası her zamanki yerindeydi. Hafif aydınlıkta Rasim Bey’i buldu. Akıtacak pek fazla gözyaşı kalmamıştı. Formasını sıktı. Terini hissetti. Yatıyordu babası. Yanına iyice yaklaştı. Söyleyecek pek de fazla bir sözü yoktu. Onca yolu bir kaç kelime için gelmişti. Dudaklarından kendiliğinden döküldü o sözler.
– Solumla vurdum baba! Tıpkı senin gösterdiğin gibi yaptım. Gelişine vurdum hem de. Senin istediğin gibi. Solak değilim hâlâ ama solumu kullanabiliyorum baba! Gerçekten. Şampiyon olduk hem de! Galatasaray’ı İnönü’de yendik! Görsen ne kadar sevindirdik taraftarı. Sen de sevindin değil mi baba? Benimle gurur duydun değil mi baba? Seyretseydin beni sen de alkışlardın. Senin istediğin gibi bir orta saha olamadım ama çok iyi bir sağ bek oldum. Tıpkı senin gibi! Senin gibi ben de 2 numara giydim. Bak sana formamı getirdim baba! Haftaya kupayı da alacağız. Ben senin ismini yazdıracağım formama. İnönü’de sen şeref turu atacaksın!
Söylemek istediği belki başka şeyler de vardı Yusuf’un. Ama sözün bittiği noktaya gelmişti. Rasim Bey’in yanına uzandı. Kulağına fısıldamaya devam etti…
Sabah olduğunun farkına vardığında hemen kalktı. Güvenlik görevlisi radyoyu açmış, sabah haberlerini dinliyordu. Yine Yusuf’tan bahsediyorlardı. Ama Yusuf bunu duyabilecek durumda değildi. Dalmış, bir gül ağacını seyrediyordu. Beyaz açmıştı gül. Beyaz?
– Usta bakar mısın bi?
Güvenliğe seslenmişti.
– Geliyorum Yusuf Bey… Buyurun bir isteğiniz mi var?
– Yok. Bir şey soracaktım ben sana.
– Tabi buyurun.
– Bu gül ağacı kırmızı açmaz mıydı?
– Evet.
– Ama şimdi beyaz açmış?
– Allah Allah. Olacak iş değil!
Yusuf bir süre daha baktı güle. Neden sonra radyoyu fark etti. Güvenlik görevlisine döndü…
– Akşam maçı dinledin mi?
– Evet. Tebrik ederim sizi de. Anladığım kadarıyla çok güzel bir gol attınız. Bizim oğlan da…
– Sesi böyle açık mıydı yine?
– Evet açıktı. Sürekli orada duramıyorum. Dolaşırken sesini duymak için açmıştım…
Yusuf, görevlinin son kelimelerini duymamıştı bile. Babasının mezarının başına tekrar çöktü. “Duydun de mi baba sen de? Dinledin sen de maçı. Kapalı “SİYAH” derken sen de yeni açıkla birlikte “BEYAZ” dedin değil mi baba?
Mezarlık görevlisi olanları anlamıştı. Gözyaşlarını tutamadı. Sessizce uzaklaştı oradan. Baba-oğul sarmaş dolaştı yine. Tıpkı bir golü kutlar gibiydiler. Kulübesine girdi. Uzaktan onları seyretmeye devam etti. Yusuf bir şeyler söylüyordu hâlâ ama duyamıyordu. Derken Yusuf bağırmaya başladı.
– SİYAAAAAAAAAHHHH!
Tıpkı Mehdi gibi, birçok Beşiktaş sitesinde, blog sayfasında ve forumlarında bulunan bir yazı “Solumla Vurdum!” Ancak, Mehdi gibi, bu yazı da inanılmaz bozuk bir Türkçe ve imlâ yazıldığından her ikisini de düzenleyip yayınlamak istedim. Yazının sahibi kim bilmiyorum, anonim olarak dolaşıyor sitelerde ama içeriğinden 2011’de yazılmış olduğu belli oluyor.