Hoşçakal Anne… (One Lost Goodbye)

Onun odasındayım… Hâlâ aynı koku… Her şey aynı… Beni, bizi bıraktığı gibi… Bana ait olan o kadar çok şey var ki, bakamıyorum bile… Başım yerde, göz ucuyla söylenenleri, keşkeleri dinliyorum… Her zaman konuşan, mantıklı bir şeyler söyleyebilecek ben hiçbir şey söyleyemiyorum… İçimden hiçbir şey gelmiyor, aklımdan hiçbir şey geçmiyor. Elim kolum bağlı değil ama… Ama işte hep böyle olur; sadece susar, ne konuşur, ne düşünür ne de ağlarım…

Burası bana ait sanki. Acaba bozarlar mı diye içimi bir korku kaplıyor. Her şeyi alıp götüresim geliyor.

Tek başımayım şu anda… İnsanlar gitti… Ben, bana ait olan her şey ve o… Biz varız sadece ve varlığımızdan bir tek ben haberdarım. Daha ne kadar birlikte kalabiliriz ki? Az bir zaman kaldı, o kadar. Sonra veda etmek zorundayım… Son bir veda…

Son kez “seni seviyorum” dediğinde cevap bile verememiştim ona. Son sözü o mu söylemişti? Son kez veda ettim ve çıktım oradan…

Odadan çıktım… Son kez veda ettim ama bu benim son vedam olmayacaktı, bunu da biliyordum. Daha çok veda edeceğim insan vardı. Bu sadece çok dokunmuştu, çünkü hiç aklımda yoktu bu veda… Planlarım sapmıştı… Tam o anda “One Lost Goodbye” geldi aklıma…

“…But the strength I always loved in you finally gave way”
Tam da burada kalbimin en derinine bir yumruk iner. Çünkü dünyada başka hiçbir varlığa duyamayacağım o güvenin kaynağıdır annemin her zaman ve her koşulda güçlü kalması, beni koruyacak olması. Bu gücün tükendiğini, annemin gitmesine izin verdiğimi görmek kadar çaresiz, yalnız ve korumasız hissettiren bir şey yoktur her hâlde hayatta. 

“Somehow I knew you would leave me this way”
Bilirsin bir gün gelecek annen bile seni bırakıp gidecek, bir şekilde hissedersin… Sen henüz küçücüksündür, daha çok zamanın vardır bilirsin. Oysa anne yaşlanmıştır, elinde olsa kendi zamanını verirsin ona. Hatta saatine bakarsın, her saniyenin anneyi sona biraz daha yakınlaştırdığını düşünürsün, boğazın düğümlenir, zamanı durdurmak istersin. Ama bilirsin hep bir şekilde onun seni bırakacağını…

Bu şarkıda ağlar insan… “Gitmeseydin, kalabilseydin keşke” der… Anne sana “Parisienne Moonlight” ile cevap verir… “Gitmek zorundaydım, bırakmak istemezdim seni.” der… “Ama başka çarem yoktu…”

Gün geçtikçe her şeyin yok olması… Acı… Tükeniş… Ömürden kopan parçalar… Hoşçakal diyememenin acısının defalarca yüzüme vurması…

Buna da bakabilirsiniz

Anıtkabir, Bir Yapının Hikayesi

Bilindiği üzere Atatürk’ün ölümünün ardından naaşı geçici olarak Ankara Etnografya Müzesi’nde bir mezar yerine defnedilmişti. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir